Temmuz ve Ağustos aylarını her zaman tatil, deniz, piknik gibi olumlu kavramlarla ilişkilendiriyorduk. Fakat küresel ısınma ve iklim değişimi ile beraber, maalesef yaz aylarımızı yangın, sel gibi afetlerle de ilişkilendirmeye başlıyoruz.
İlk olarak yaza Marmara’daki müsilaj ve sonuçları ile başladık. Tuz Gölü kuraklığını, flamingoları ve Doğu Karadeniz’deki selleri konuşamadan, güney illerimiz başta olmak üzere bir çok kentimizde orman yangınları oldu. Van ve Rize’de sel baskınları oldu.
Tüm bunların ayrı ayrı bir sürü nedeni olabilir. Fakat bir sürü olayın birleşimi sonucu ortaya çıkan ortak bir nedeni var. İklim krizi ve küresel ısınma, bundan sonra hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Maalesef giderek daha çok konuşacağız. Peki bunların kendi iç dünyamızdaki karşılığı ne?
Karmaşık Duygular Sarmalı
Duyarsız ve vicdansız bir kişilik yapınız yoksa, son bir ayı üzüntü, korku, öfke, suçluluk ve kaygı sarmalında geçirdiniz. Deniz altı yaşamı ciddi tehdit altında olan Marmara. Selde kaybolan, evini kaybeden insanlar, boğulan hayvanlar. Yangında yanan “ciğerlerimiz”, kaçan kaçamayan hayvanlar… Yazarken (ve muhtemelen siz okurken) aynı sarmal tekrar başlıyor. Zaman zaman donakalmamıza neden olan, zaman zaman kontrolümüzü kaybetmemize neden olan bu duygulara bir sürü teknik isim versek de; çok tanıdık bir adı var. YAS…
Yas, sevdiğimiz bir kişinin (nesne ya da sembol de olabilir) kaybı sonrası gelişen duygusal tepkiler bütünüdür. Daha çok sevdiğimiz kişiler için “yas tutma” terimini kullansak da, bir çok şeyde olduğu gibi aslında yaşanan felaketlerde de yaşadığımız kayıplar için yas tutarız.
Mavi ve Yeşil Vatan’ın Yası
Evet bizler belki geçen yaz, belki geçen ay, belki geçen hafta gittiğimiz koyları, denizleri, ormanları kaybettik. Sabotaj mıydı? Terör saldırısı mıydı? Rantçılar, çıkar grupları mı çıkardı? Biz mi neden olduk? Kim çıkardı? Önlenemez miydi? Çıkmış olsa da söndürülemez miydi? Şimdilik nedeni net bulamasak da biz yanan ormanlarımızı, orda yaşayan canlıların bir kısmını kaybettik. Halen net açıklanamasa da sadece Manavgat’ta 83 bin hektar alan ve 33 bin ‘can’ ı kaybettik.
Yangınlar sırasında önce bu kayıplara üzüldük, hüzünlendik ağladık. Hiç bir şey yapamamak çaresizliğimizi derinleştirdi. Çaresiz hissettikçe öfkelendik. Bir çoğumuz için elden gelen tek şey sosyal medyadan destek olmaktı. Sosyal medya zaman zaman öfkemizi ve üzüntümüzü daha da derinleştirdi. Bu kadar yoğun öfke yönelecek bir yer aradı sürekli. Bazen haklı olarak neden olanlara, yönetemeyenlere, önlem almayanlara, duyarsız olanlara… Bazen de haksız yere itfaiyecelere, askerlere, polislere, hüznünü biz gibi yaşamayanlara…
Harekete Geçme
Sonra toplum ilk ‘donakalma’ yı atlattıktan sonra eyleme geçmeye başladı. Haluk LEVENT, Şahan GÖKBAKAR başta olmak üzere bir dizi sivil toplum önderi, toplumu yönlendirerek somut adımlar attı. Yangın söndürme faaliyetleri için çağrı yaptı, uçak/helikopter teminine öncülük ettiler. TEMA, AHBAP gibi ismini sayamayacağım bir sürü gönüllü dernek/kurum/kuruluş ihtiyaç listesi ve ihtiyaçların temini için yardımcı oldu. Paw Guards, çok sayıda veteriner hekim ve gönüllüler yangından kaçan ve yaralanan hayvanların bakımını yaptı… Birçok insan, hiç karşılaşmadığı, karşılaşmayacağı insana ve canlıya el uzattı… Ve en çok da, OGM ve belediyelere bağlı itfaiyecilerimiz… Yanmayan her fidan, söndürülen her ateş, kurtarılan her hayvan umut oldu. Hüzünle umut karışmaya başladı. Belki de ‘Pazarlık’ dediğimiz evredeki gibi… Yangınlar sönse de bizim acımız öfkemiz hala sönmedi. Peki ne yapabiliriz?
Bundan Sonrası
- Duygularınızdan kaçmayın, farkında olun. Üzüntü de öfke de insani duygular, hele böyle felaketlerde. Fakat neye üzülüp neye öfkelendiğinizi takip edin. Özellikle öfke çok yanlış kişi ve yönlere dönebilir. Rantçılara kızıp onların çalışanlardan, terör örgütlerine kızıp tek suçu aynı etnik kökene sahip olmak olan insanlardan öfkenizi çıkarmayın. Çünkü bu kadar duygu yoğunken, gerçeğe uzak oluruz ve öfke yanlış yere yönelir.
- Güvenilir kanallardan ayni ve nakdi yardım gönderin. Yani ister malzeme isterseniz para yollayın. Doğrudan sizin malzeme göndermeniz ordaki işleyişi zorlayabilir. Ulusal düzeyde çalışan güvenilir dernekler ve sivil toplum kuruluşları aracılığı ile gönderin.
- Harekete geçin, geçirin. İnsanlar gördükleri, deneyimledikleri karşısında donakalabilir. Ufak da olsa yapabilecek bir şeyler konusunda ön ayak olun, öfke ve üzüntünüzü paylaştığınız kadar, umutlarınızı ve planlarınızı da paylaşın.
- Yangınlar bittiğinde ya da afetler geçtiğinde süreç bitti zannetmeyin. Tam tersi, asıl mücadele sonra başlıyor. Kanamanın durması, yaranın iyileştiği anlamına gelmez, ama yara iyileşmesi için kanamanın durması şarttır. Yanan yerlerin rehabilitasyonu için açılan gönüllü çağrılarına, yardım çağrılarına katkı sağlayın. Özellikle fiziksel olarak yapılan katkılar, yalnızlık çaresizlik hislerinizle baş etmekte daha çok yardımcı olacaktır.
- Çöp atmayın, attırmayın. Ormanlarımız ve çevremiz için yapabileceğimiz en iyi şey bu.
- Çöp atanları, çevreyi kirletenleri, ağaçlara, ormanlara ve hayvanlara zarar verenleri ifşa ve ihbar edin. Bunlara karşı sustuğumuz ve durduğumuz oranda yangınlardan biz de sorumluyuz.
- Bir çevre koruma ve ekolojik yaşam derneğine üye olun. Organize olup hareket etmek her zaman daha verimlidir, daha iyi hissettirir.
- Şunu da bilelim ki ormanların kendisinin yangınlara bizden daha hazırlar. Evrim Ağacı’nda uzun uzun anlatıldığı üzere, bitkiler ve hayvanlar bazı yönleri ile bu yangınlara alışık ve uyumlular. Hayat döngüleri bunun üzerine. Tabi ki bu bizim hiçbir şey yapmayacağımız anlamına gelmemeli. Çünkü doğal yangınlar, bizim neden olduğumuz yangınların %5 i kadar..
- Maalesef orman yangınları hep oldu. Genelde yanan yerlerin rant haberini okusak da, yaklaşık 25 yıl önce Marmariste yanan ormanların, 5 yıl önce orman niteliğini kazandığını, bunu daha önce başarabildiğimizi hep hatırlayın.
Umutlarımızın ve ormanlarımızın yeşerdiği yarınlar dileklerimle…